Uyuduk uyandık....  dijital zamandan doğal zamana geçişin kıyısındayız,
Kimilerince geçmişe uzanan bir masalın kahramanlarıydık,kimilerince, geçmişte yaşananların masalını anlatanlardandık...
Hüznün ve umudun kesiştiği yer ...Dicle ve Fırat’ın arasında , renklerin coğrafyası, kültürlerin kaynaştığı, ezan sesleriyle, çan seslerinin birbirine karıştığı,dillerin farklılaştığı,modernle, klasiğin dansına tanıklık ettiğimiz yer...Burası Güneydoğu...Burası, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Nemrut, Midyat, Hasankeyf, Halfeti, Zeugma,Burası Kültürler coğrafyası yukarı  Mezopotamya toprakları...
Atatürk Barajı... kimi zaman Mezopotamya topraklarına hayat veren bir teknoloji harikası, kimi zaman kültürleri alıp yok eden  dev bir  yutma fabrikası …
Huzurun ve zenginliğin kenti Zeugma derin ve sessizden  ağlar, gözyaşları Fırat’ın suyuna katılır belki de ... Zeugma artık yok...Hayat verdiği fıstık ağaçları  artık ürün vermez olmuş.. sitem etmiş Fırat’a kurumuş ... Zeugma  şimdilerde hüzünlü kent...
Halfeti’ye GAP turundan dönerken uğramıştık. HALFETİ.... belleklerimizin bir köşesine yazılmış, aklımız orada kalmıştı. Dolaşamadığımız sokaklar, dokunamadığımız duvarlar çağıracaktı bizi ve biz dönüp gelecektik bir kez daha...
Üç ay parçası bütün doğallığıyla yakalandı   objektiflerimize...    bizi peşinden   sürükleyen o güzellikler   o gözler resmedilmişti. Bıraktık kendimizi rüzgara aldı,getirdi o esinti...  büyülü kara gözler ülkesi Ceylan’ın  memleketi Halfeti’ye..
Kapılar açıldı birer birer, yürekler açıldı...hesapsız.
Anahtarlar emanet edildi bize. Sahi kaçımız verebiliriz anahtarımızı hiç tanımadığımız kimselere...Anahtarı astık boynumuza çocukluk günlerimizdeki gibi kaybolmasın diye ....Ve başladık Halfeti’nin hüzün dolu hikayesini dinlemeye....
Derler ki,  Fırat’ın  bereketini eksik etmediği , zamanın su gibi akıp gittiği bu  yer, her zapt edilişinde değiştirirmiş adını...Sitamrat’tan   Urima’ya, Rum Kale’den Halfeti’ye, bir kültürler yolculuğudur yaşanan...
Halfeti, henüz kucaklaşmamış Fırat’la,
Halfeti, yüksek tepelerinde, hayaller kurulan , sevda türküleri damıtılan kent
Halfeti, umudun ve ekmeğin kenti....
Halfeti, geceler içerisinde sabaha olan inancını yitirmeyen kent...
Günler günlere katıldı, adımlar adımlara, duydular ki bir baraj yapılacak ve Fırat Halfeti’yi yutacak , inanamadılar... inanmak istemediler... ama ne çare ...eloğlu karar vermiş bir kere...  Fırat Halfeti’yi boğacak...Uzak kalacak  bütün canlılar diyarlarından... 
O gün son kez baktılar güzelliklere... o gün son kez gezdiler... Bazıları hiç bakamadı bile.. toplayamadı meyvelerini ağaçların.. başını kaldıramadı... yutkunamadı... haykırdı.... çığlık attı... Belki duyan oldu... belki olmadı. 
Alıp götürecekti, Fırat, can verdiği canlarını ,
kapanacaktı ayaklarına bahçelerin, alacaktı koynuna...
iki kara sevdalı gibi belki de  sımsıkı sarılacaktı....
Sular doldu.... sular doldukça, gözler doldu..ve döndüler Halfetililer kendilerine, çocuklar gibi ağladılar... nefessiz kalan ağaçlara, toplayamadıkları fıstıklara... ama ille de o anılara....
bütün bunların  hayatlarından çalınmasına, 
yağızlığına...yalnızlığına ... ağladılar...
Halfeti mekanını, köylerini, anılarını, gizemli kuytuluklarını, daracık sokaklarını taş yapılarını, okulunu,  hamamını, muzdan, hurmaya, fıstıktan portakala kadar yetişen cennet,  meyve   bahçelerini, doyulmaz sohbetlerinin en güzellerini... geçmişini kaptırmıştı Fırat’a... 
Tam üç yıl önce....
Hani boğulurken insanlar batar çıkar ve kollarını kaldırırlarya feryat figan  buradayım diye, caminin minaresi de feryat figan öylece bağırıyor size Savaşan Köyünde....
Savaşan kimsesiz, karadan ulaşımı artık yok...Savaşan savaşamamış Fırat’ın azgın sularıyla.....
Savaşan......pencerelerinden sallanan bir ele....bir hoşgeldine hasret kaldığımız yer..
Üç yıldır ağlamaklı bakar Ayşe teyze Fırat’a....Ama hayat devam ediyor işte. İnadına tutunmak varya taşlara, güneşe uzanmak varya...acıları gömüp yüreğine , her şeye rağmen yaşamak, hayata yeniden başlamak varya...
Halfeti şimdi kendi  küllerinden  yeniden doğuyor... Halfeti şimdi düğününe hazırlanan bir turizm sevdalısı...
Ellerinde kalanlar korunsun istiyorlar. Ne kaldıysa elinde cömertçe paylaşmak istiyorlar. Ekmekse ekmek, evse ev, sevgiyse sevgi.. umutsa umut... tarihse tarih... hiç esirgenmiyor...yeter ki  geçmişin unutulmasına izin verilmesin...
Halfeti de yerleşim Fırat’a nazır dizilmiş, 
İki katlı taş evler mutlaka bir yerinden  ulaşıyor Fırat’a 
Suyun zenginliği, durgunluğu, coşkusu yansımış   tüm görüntülere..
Aynı enstrümanla, herkes kendi müziğini yapıyor.
Halfeti’de yerleşim bir Fırat senfonisi...
Şair derki “yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz...”
Halfeti Ulu camii  hiç , yalnızlık hissi yaşatmadı bu yerleşime....
196 yıl ev sahipliği yaptı... acılara, inançlara ...
Ermeni Adır Ustanın ellerinde şekillenen havara taşları tam 199 yıl ayakta tuttu onu kim bilir tutacak belki de daha uzun yıllar...
Halfeti Ulu Camii bugün burada...
Ama girmiş kanına Fırat, basmış alt katlarını, alıp götürecek belki de sular iyice yükseldiğinde... Halfeti Ulu Camii bugün burada, sular yükseldi,kimbilir  belki  yarın Fırat’ın altında...
Fırat coşkunun... umudun... acının... sevincin.....
Fırat yaşamın kendisi.....
Fırat kimi zaman  dans eden bir genç kız edasıyla cilve yapar ...
Kimi zaman kükrer kalkar bıçkın bir delikanlı gibi...Ve esirgemez bereketini insanlardan,
Derler ki “bu ülkede zalime zalim , haine hain denilmediği” için 
suç Fırat’a yıkılmış. Fırat masum...
Halfeti çiçeklerin diyarı aynı zamanda, Fırat’a selam durmuş gelincikler her yerde karşılıyor  sizi...
Canlı cıvıl cıvıl hayat belirtisi gibi sıralanıyorlar Fırat’ın kıyısında...
Çocuklar, saflığın abidesi, çocuklar...
Şimdi bir özgürlük resmi yapacaklar Fırat’a karşı,
Dokunacaklar, hissedecekler ve içlerindeki güzellikleri 
Halfeti duvarlarına resmedecekler....
Çocukların küçük ellerinde, sevgi  ve barış dolu yüreklerinde, 
şekillenecek geleceğimiz biliyoruz... Hiç eksilmedi buna olan inancımız...
Halfetili çocukların neden kara olduğunu sormuşlar Ankaralı çocuklar...
Onlar bizim çocuklarımız, şehirde, güneşten kaçırarak odalara hapsedilen, sokakta oynamayı, çember çevirmeyi, topaç çevirmeyi, kuka oynamasını bilmeyen  teknolojinin çocukları. 
Halfetili çocuklar bizim çocukluğumuz, güneşin yalayıp geçtiği kara bedenlerimiz, kırmızı dudaklarımız, dağınık saçlarımız, suya atılan taşımız..
Tanıştılar kaynaştılar, çiçekler gibi rengarenk oldular.
toplandılar yan yana ve  düştüler birbirlerinin ardına, Halfeti’yi keşfe çıktılar.
Halfeti çocuklarımızı dert etmeden, merak etmeden bıraktığımız
güvenli kent...
Halfeti sokakları derin, gizemli ve yaşlıdır...
Yalnızlıkla, paylaşım hep aynı anda yaşanır...
Bir varsınızdır bir yoksunuz orda.
Her detay da bir insan izi, bir yaşam belirtisi  mutlak vardır görürsünüz.
Halfeti sokakları, selamı bol , sohbeti doyumsuz,yüreği geniş sokaklar..
Her evde  tenekeler içinde yetişen güller var...
Sarı, kırmızı, beyaz, pembe... bir siyahı eksik arasında....
Solmamıştı siyah gülü ama öyle kolayda bulunmuyordu hani...
Derler ki Değirmendere Vadisinin  Fırat’la birleştiği noktada öyle bir hava kliması varmış ki... troid yada guatr hastasıysanız hemen iyileşmeyi hissedermişsiniz. 
Doğrumuydu yanlış mıydı bilemedik ama yüreğimizi saldık derinliklerine dinginleştik.
Güneş Halfeti de Fırat’ın üstünde batıyor, ışıltısı Fırat’a yansıyor.  Fırat’la güneşin akşam üstü kaçamağıdır tanıklık ettiğimiz.
Mezopotamya toprakları verimli henüz el değmemiş kültürleri bağrında saklıyor. Ne zaman nerde nasıl  ortaya çıkacağı belli olmuyor.
Tepede bir konak iki katlı, alımlı ve davetkar  gideceğiz el mahkum. Burası Kannecilerin Konağı... 100 yıla yakındır orda hayat var, orda sizleri karşılayan sesler, izler var... 
Kanneciler Konağı, taş işlemelerine hayran kaldığımız davetkar merdivenlerinde adım attığımız, kahveler içip fal baktığımız , ahşap dolaplı odasından Fırat’a el salladığımız yer.
Tekneler bekliyor bizi, küçüklü büyüklü...
Randevumuz var Rum kaleyle, geç kalmak olmaz, yola koyulmak lazım.... 
Rum Kale  sarp kayalıklar üzerine kurulmuş   heybetiyle çıktı karşımıza ... eteklerindeki ağaçları almış  götürmüştü Fırat, izinsiz. M.Ö 855 yılında Asur kralı 3.Salmanasser tarafından nasıl zapt edilmişti acaba..  Bu kayalıklar bu duvarlar, nelere tanıklık etmişlerdi, ne savaşlar, ne aşklar yaşanmıştı kuytuluklarında... Ne ağıtlar yakılmıştı   acıları hafifletmek için....Ne göçlere mekan olmuştu  bilinmez....Bilinir belki de,  ama anlatılamaz, düğümlenir kalır boğazında Mehmet Amcanın, dolar gözleri, dalar gider Fırat’a doğru, bırakıp gitmek de varmış kaderde,  yaşadığı Rum Kale’yi ... Şimdi “turist” götürür olmuş teknesiyle, bir zamanlar doyasıya   nefes aldığı  yerlere...  1980 de boşaltılmış Rum Kale, evler hala sağlam ama çocuklar koşturmuyor çayırlarında, saklambaç oynayamıyorlar, sobeleyemiyorlar İsa’nın havarilerinden Johannesin incili çoğalttığı Aziz Nerses Kilisesi’nin duvarlarını....Su kuyusuna  taş atamıyorlar ve bağıramıyorlar avaz avaz , sesleri yankılanamıyor...Rum Kale kalıcı sessizliğine bürünmüş, gelip geçici cıvıltılar  da yetmiyor buluşmalarda, gelenler de gidiyor çünkü...
Bir buluşmada kucaklaştık Halfeti’yle...Türkiye’nin geleceğini, mimarların geleceğini, Halfeti’nin geleceğini tartıştık...Ama yetmedi, doyamadık...
Geldik....gezdik....toplantı yaptık, atölyeler kurduk.... Halfetilerle Halfeti’nin turizm beklentileri üzerine görüşler belirttik .... paylaştık sevgiyi sonuna kadar .....Biz Halfeti’yi, Halfetilileri sevdik , karşılıksız...
Artık gitme zamanı...Hüzünler çöktü gözlerimize... bir zaman tüneline girmiş ve çıkmış gibiydik.Yine gelin dediler...yine gelin... bir tek onu hatırlıyoruz  otobüs hareket ederken. Arkamızdan  su dökmüşler miydi bilinmez... ama çocuklar akşama kadar ağlamışlar içli içli ...
Halfeti geleceğini turizmde arıyor. Biz daha çok ev pansiyonculuğunu öneriyoruz. Evlerinizin bir odasını ayırın bize, yaşamınızdan tecrit etmeyin bizi diyoruz....
Bir yöre, kültürüyle insanıyla tarihiyle anlaşılmadıkça, içinde yaşayanlardan kopartıldıkça,  adı Halfeti olsun, yada başka bir yer, belleksizleşiyor bir anda ve özelliğini yitiriyor kimliksizleşiyor. 
Bizim için Halfeti’yi Halfeti yapan, sadece doğal ve tarihsel güzellikleri değildi, biz orda, Ayşe teyzeyle çay içtik, Tuba’nın  gelecek planlarını dinledik, Ceylan’ın gözlerinize bakamayan hallerini, sevincini belli edememesini hissettik...kucaklaştık beklentisiz... akşamları keyif masalarında, türkülerimizi , Fırat’a sitemimizi birlikte dillendirdik...
Adresler telefonlar aldık karşılıklı... Masadan masaya istekler yapıp  kadehler kaldırdık. Yani biz Halfeti’yi Halfetililere yaşadık. Onun için  bu güzelliğin, bu özel yerin, turizmin “klasikleşmiş” tek düze sistemine kurban gitmesini istemedik... 
Halfeti’nin yüreğinde beslediği sevginin ve misafirperverliğin, çağdaşlığın  ve aydınlığın kaybolmasını istemedik... Sadece yaşamlarınızda bize de yer verin, öylece gelmiş gibi olalım, bir yabancı gibi değil, bir misafir... Bize evinizi sevginizi açın dedik. 
Halfeti, sular altında kalan kent, 
Halfeti, siyah güller diyarı vakurlu kent,
Halfeti, yürekleri isyanda öfkeli kent,
Halfeti, Fırat’ın bile götüremediği, sevgi dolu kent,
Halfeti, geceleri sokaklarında korkusuzca dolaştığımız, güvenli kent,
Halfeti, evlerini bize açan, sıcaklığını paylaştığımız kent...
Halfeti, anahtarı bize bırakılan kardeş kent...
Halfeti, özel insanların bulunduğu özel yer...
Dostcakal Halfeti...
Umudunuz bol olsun  yaşamdan yana, 
Sevecenliğiniz, misafirperverliğiniz hiç bitmesin,
Güneş hep yalasın çocuklarınızın yüzünü,
Gülüşleriniz  pınar olsun aksın,
Sokaklarınızın selamı eksik olmasın,
Daha çok gelecekler buraya biliyoruz...
Oteller yapmak isteyecekler belki de , betonarmeden  kat kat.
Evlerinizden ayrılmanızı isteyecekler,
Biliriz izin vermezsiniz bunlara...
Ondan rahat yüreğimiz.
Ama ihtiyacınız olursa bize, her şey için
Bilin ki dostlarınız var Ankara’da...
Bilin ki dostlarınız var İstanbul’da...
Bir mektup yazın atın Fırat’a...
Bir mektup yazın  atın  Yukarı Mezopotamya topraklarına
Bir mektup yazın atın ....
Mutlak cevap alırsınız.
Dostcakalın.....
30 Mayıs 2003
 

 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder