"Döneceğiz Geri,Bekle Bizi"

Bekle Bizi İstanbul
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskalari yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünür düşünürümİstanbul
Binbir direkli Haliç'inde akşamlar
Adalarında bahar Süleymaniye' nde güneş
Ey sen ne güzelsin ey kavgamızın şehri İstanbul
Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle
Parklarinla, köprülerinle, meydanlarınla
Bekle bizi İstanbul
Tophane'nin karanlık sokaklarında
Koyun koyuna yatan çocuklarınla bekle
Bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi İstanbul
Haramilerin saltanatını yıkacağız
Bekle o günler gelsin, gelsin İstanbul
Sen bize layıksın bizde sana İstanbul
Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle
Parklarınla köprülerinle meydanlarınla
Bekle bizi İstanbul

 
Bir tatil gününün başlangıcında gecenin karanlığında çıktık yollara. Tarihin, efsanenin, denizin hayatın, şiirin, gizemin kenti İstanbul'du istikametimiz. Her zaman gidip geldiğimiz, gezdiğimiz İstanbul'a bu kez sarayları gezmek için gidiyoruz. İstanbul ve Milli Saraylar,belki de sonrasında devam edecek bir dizi İstanbul gezisinin ilki. İstanbul ve Camiler, İstanbul ve Külliyeler, İstanbul ve Yalılar…

Gece boyunca süren yolculuğumuz Beşiktaş ve Nişantaşı arasında kalan ve 18.yüzyıl tersane emirlerinden Hacı Hüseyin Ağa'ya ait olan Ihlamur Kasrı'nda korulukta, mis gibi toprak ve erguvan kokuları arasında yapılan kahvaltıyla sonlandı ve aynı zamanda İstanbul turumuz da başladı. İstanbul bizi en erken saatinde bir korulukta sessiz ve sakin karşıladı. Bizim için erken saatlerde açılan Ihlamur Kasrı; TBMM Milli Saraylar dairesi çalışanlarının misafirperverliği ile kucakladı bizi. Ihlamur Kasrındaki gezimiz, yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inen Yıldız Koruluğu içerisindeki Yıldız Sarayı Şale ile devam etti. Adını Fransızcada “dağ evi” anlamına gelen “chalet”ten almış olan Yıldız Şale , 19.yüzyıl Osmanlı mimarlığının en ilgi çekici örneklerinden birisi. Köşkte zemini 406 m² olan tek parça Hereke halının bulunduğu tören salonunda 2. Meşrutiyet ilan edilmiş. Gözlerimiz hayranlık içerisinde bohemia kristalinden yapılmış avizelerde, porselen sobalarda gezindi durdu. Kulağımız hep bizi gezdiren rehberin sözlerindeydi. Zarif ahşap merdivenler, dokunmaya kıyamadığımız mermer trabzanlar, ceylan derisinden yapılmış sandalyeler, sedef işlemeli dolaplar, loş mekân bir anlık olsa bizleri o dönemlere götürdü ve getirdi.

Korulukta yürürken erguvan kokuları takip etti bizi. Yemekten hemen sonra Maslak Kasrına gidecek ve günün yorgunluğunu orada bitirecektik. Onca yorgunluğa rağmen İstanbul bizi içine almıştı ve bütün yorgunluğumuz denizin mavi sularına karışmış kaybolmuştu. Sanki ilk defa geliyor gibiydik İstanbul'a, hiç görmemiş gibi ama yabancı değil… öylesine gizemliydi ki bahçeler, saraylar, sokaklar,meydanlar, avlular… Ertesi gün yağmurda yoğun bir temponun eşliğinde başladık Topkapı Sarayı'nı gezmeye. 23 Nisan'da onca kalabalığın arasında rehberimiz Gökçe DUMAN' la adımladık Topkapı Sarayını… Kaşıkçı Elması gözlerimizi kamaştırdı. Padişahın özel görüşme odasının ses yalıtımının yapılan onlarca çeşmeyle sağlandığını bir kez daha hayretle dinledik. Bir İmparatorluğun gelişme dönemini Topkapı Sarayı'nda , bitişi ve yeni bir devrin başlangıcının mesajlarını da bütün ihtişamıyla Dolmabahçe Sarayı’nda dinledik. Fikir bazında da olsa Osmanlı camilerine esin kaynağı olan Ayasofya'da başımızı kaldırıp kubbeye baktığımızda, o ihtişam o büyüklük o görkemle başımız döndü gözlerimiz karardı… Doğu-Batı sentezinin bir ürünü duruyordu karşımızda. 916 yıl kilise 481 yıl camii olarak kullanılmış bu görkemli yapı bizi büyülemişti. Ve ayaklarımız artık bizi taşıyamayacak kadarda yorulmuştu. Bu yorgunluğu bir tek şey alabilirdi ve biz de onu yaptık. Tarihi Piyer Loti Kahvesi’nde çaylarımızı yudumlarken Haliç'in sularına kattık bütün ağrılarımızı.

İkinci günümüz de bitiyordu İstanbul'da, iyi bir organizasyon, zaman aralıklarının bile yakalandığı bir gezi her sorumuza cevap bulan, olanak yaratan mimarlar odası çalışanlarımızdan Bilge Duman, Oda slaytlarımızı özenle çeken Arsen Kösterit, bütün görüntüleri kamerayla kaydeden Ethem Torunoğlu ve küçük gezginimiz Deniz ister istemez bir mutluluk sarhoşluğu yaşatıyordu bizlere.

Beylerbeyi Sarayı son durağımızdı. Boğaziçi'nin Anadolu kıyısında özel konumuyla bizi karşılayan Beylerbeyi Sarayı bir yazlık saray, ısıtma sistemi yok. Üşüyoruz… Denizden esen rüzgar yazın sıcağında mutlaka ferahlatıyordu yaşayanları ama biz üşüyoruz bir bahar gününde. Sonra peyzaj düzenlemesi 1910 yılından beri hep aynı olan bahçesinde sünnet düğünleri yapıldığını, kiralandığını ve bunun bahçeye zarar verdiğini duyarak hüzünlendik. Gezimizin Milli saraylar kısmını programladığımız şekilde yeni tanışıklıklarla, dostluklarla bitirdik. Ama İstanbul bitmedi hala ve biz yine dönüp geleceğiz başka bir zamanda.

Bekle bizi İstanbul.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder