Tezcan Karakuş Candan
Bu yazı 18.10.2017 tarihinde Gazeteduvar'da yayınlanmıştır.
Gökçek'in şahsında cisimleşen ve giderek aslında diğer
kentlere yayılan yerel yönetim anlayışı gerçekte AKP'nin neoliberal ve siyasal
İslamcı belediye pratiklerinin tezahürüydü. Ankara bu politikaların en
fütursuzca uygulandığı bir laboratuvar haline geldi. Burada üretilen kötülük,
giderek diğer kentlerde uygulanmaya başlandı.
“Ahlaksızlığın, sapıklığın adını sanat koymuşlar. Ben böyle sanatın içine tüküreyim” açıklaması ile 20 Haziran 1994 tarihinde gazetelerde tarihe kara bir not düşmüş bir Belediye Başkanı Melih Gökçek. 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde işbaşına gelen ve seçildikten üç ay sonra sanatın içine tükürerek ilk icraatını Altınpark’taki Periler Ülkesinde heykelini kaldırarak gerçekleştirecekti. O gün herkesi koparan bu süreç hiç durmayacaktı. “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından birisi kopmuştur” söyleminin hayat bulduğu cumhuriyetin başkenti Ankara’da yaşanan bu standart sapma, Ankara’da neoliberlizmin ve siyasal İslamcı yaklaşımın yerel yönetimlerdeki uygulamalarının nasıl cisimleşeceğini de göstermişti. Bugün istifası istenen Melih Gökçek, sanatın içine tükürürken en büyük desteği o dönemin İstanbul Belediye Başkanı’ndan almıştı. İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan “Melih Bey’in yaptığını dört dörtlük benimsiyorum” diyerek aynı yolun yolcusu olduğunu ifade edecekti.
Ankara başına gelenlerin ve
sanata yapılan saldırının şokunu atlatmaya çalışırken, seneyi devriyesinde bu
kez de 29 Haziran 1995 tarihinde, Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde
Ankara ambleminin değişikliği önerisinin kabul edilmesiyle karşı karşıya kaldı.
Hitit Güneşi olan amblem değişikliği için gerekçe “Hitit Güneşi Ankara’yı
temsil etmiyor, Hititlerin Ankara’da yaşadığına dair belge yok” sözlerinden
ibaretti. Bu bilimsel bilgi ve tarih bilmezlik dönem boyunca devam edecek,
kendisini “tarihi kapılarda ve meydan saatlerinde” somutlayacaktı.
Bu iki başlangıç hamlesi
Ankara’nın başkent kimliği ile yaşanacak bir çatışmalı sürecin habercisiydi.
Tarihsel olarak, planlı kentsel gelişmenin mekansal nezaket ve zarafetin vücut
bulduğu, sanatın bulvarlarında halka karıştığı bir zamanların modernist
bakışına karşı rövanş alan bir vandallık iş başındaydı. Ankara artık
cumhuriyetin erken döneminde kentsel gelişmenin en etkili olabildiği kent iken
Bülent Batuman’ın ifade ettiği gibi hem bu mirası, hem de bu mirası oluşturan
tekil yapılarını kaybeden, kaybettikçe de eksilen bir kent olacaktı Ankara.
Melih
Gökçek’in Ankara’yı idare ettiği 23 yıllık iktidarı döneminde hepimiz bu
eksilmeyi fazlasıyla hissettik. İlk iktidar döneminde 811 kişinin işten
çıkartılması, teknik personelin trafikte araba sayması, parkları sulamayla
görevlendirmesine kadar giden baskılar, işten çıkartma, hizmetlerin
özelleştirilmesi ve taşeronlaştırma ile sermaye odaklı bir kentsel hizmetin
gerçekleşeceğinin de altı çizilmiş oldu.
Gökçek’in
şahsında cisimleşen ve giderek aslında diğer kentlere yayılan bu yerel yönetim
anlayışı gerçekte AKP’nin neoliberal ve siyasal İslamcı belediye pratiklerinin
tezahürüydü. Ankara bu politikaların en fütursuzca uygulandığı bir laboratuvar
haline geldi. Burada üretilen kötülük, giderek diğer kentlerde uygulanmaya
başlandı. Plastik ve ithal ağaçlar, şelaleler, saatler, çeşmeler, battı
çıktılar, neon ışıklar, en olmadık yerinde doğanın tahrip edilerek, mantar gibi
biten yapılar gibi birçok uygulama Anadolu’nun değişik kentlerine yayıldı.
Ankara eksilirken, hepimiz
eksiliyorduk. 20 yıl boyunca bir metre metro yapamadığı, alt ve üst geçitlerle
kent merkezini otomobil öncelikli hale getirerek yayaları dışladığı, su
kesintisi ve şebeke kirliliği ile salgın hastalıklara davetiye çıkarttığı,
Kızılırmak’tan getirilen içme suyunun sağlığımızdaki etkilerinden “sular pis
değil, tesisatınızı yenileyin” diyerek sıyrılma hallerini, su sorununu ranta
çevirerek kuyu suyunu sattığını, bozuk sayaçlarla ödenen yüksek faturaları,
kanalizasyonun alarm verdiğini, rögarların asfalt altında bırakıldığı, yağmur
yağdığında altyapının çöktüğü, alt geçitlere dalgıçların girdiği altyapıdaki
tahribatları unutmadığımız gibi tarihe not düşmek önemli.
Nasıl
bir ruh hali içerisinde olduğunu ise belki de hiç anlayamayacağız.Yoğun kar
yağışına müdahale edemeyişinin eleştirisine karşın “yollara tuz döktük ,
yalayın anlarsınız” diyecek bir belediye başkanı bir daha gelmez herhalde.
Ulaşımda
otomobil kullanımını teşvik eden ve otomobil sayısının arttırılmasıyla övünen,
50 santimetrelik yaya kaldırımları ve battı çıktılarla kenti parçalayan,
kazalara neden olan, dere yataklarını değiştiren kavşaklarla coğrafyayı
eksilten, okulların açılmasına yakın Ankara’yı delik deşik eden uygulamaları
ile uzun süren sohbetlerde sürekli kulakları çınlayacak kaç belediye başkanı
vardır acaba?
Ulus
Tarihi Kent Merkezi’nde kültürel varlık potansiyelinin ortadan kaldırılması,
Roma Tiyatrosu’na beton dökülmesi, Kızılay kent merkezinde cephe değişiklikleri,
Ankara Kalesi’nin surları üzerindeki tahribatı, Atatürk Orman Çiftliği talanı,
Gençlik Parkı’nın ruhunun çalınması, Kuğulu Parkı yok etmek istemesi,
Güvenpark’a dönme dolap ve otopark yapma hırsı, AOÇ alanı olan Ankapark’ta
hayvanat bahçesini yok edip demir yığınına dönüştürmesi, bir yandan hayvanat
bahçesinde hayvanların telefine neden olurken, peluş hayvan ve 8.5 milyon
liraya Çin’den getirttiği dinozorlar, bir gecede ODTÜ ormanlarındaki kestiği
binlerce ağaç, vadilerimizin betonlaşması, İncek, Kızılcaşar, Çavundur,
Çukurambar ve Eskişehir yolu aksı üzerindeki emsal artışları ile hormonlu
büyüyen kentleşmesi Ankara’dan ve ömrümüzden çok şey eksiltti.
Mahkeme kararlarını
uygulamadığı ve görevini kötüye kullandığı için hakkında onlarca suç duyurusuna
işlem yapılmayan, dönemin hükümet sözcüsü tarafından “Ankara’yı parsel parsel
sattı” denilen, sosyal medyada herkese tweet yetiştiren, mahkeme kararlarını
uygulamadığı için suç duyurusunda bulunan meslek odaları başkanlarına iftira
suçundan dava açtıran bir belediye başkanın istifasının istenmesi, onun
nezdinde AKP’nin yerel yönetim politikalarının ve dahi merkezi politikalarının
iflas ettiğinin ilanıdır.
AOÇ’de
1/10.000 ölçekli koruma amaçlı nazım imar planı mahkeme tarafından iptal
edilince, bir gece ansızın Ankara Bulvarı’nı kapatarak, sonrasında Ankara’nın
her yanına fotoğraflı afişlerimi “Mimarlar Odası başkanını lanetliyoruz” diye
astıran, kişisel yaşamların dokunulmazlığını ihlal eden, kamu ihalelerine dair
bilgi vermeyi ticari sır kavramının arkasına saklayan bir belediye başkanıdır
istifası istenen.
Meslek
odaları önüne çalışanlarını gönderip protesto ettiren, siyah çelenk bıraktıran,
bir zamanlar yumurta satarak hayatını kazandığını ifade ederken iktidarını
sürdürmek için neredeyse her yolu deneyerek, tırnaklarıyla kazıdığı yeri
hoyratça kullanan, yumurta attıran, kent yönetimine katılımdan nasibini
almamış, bilimsel bilgiyi özümsememiş, Sayıştay raporlarına yansıyan bütçe
açıkları ve ihalelerinin hesabını vermemiş, Havagazı Fabrikası, Etibank binası,
Su Süzgeci binası, Baraj Gazinosu, Marmara Köşkü, Kumrular İkamet Sitesi, İller
Bankası gibi cumhuriyetin modern mimarlık eserlerini, kültür varlıklarını yıkıp
bir de üzerinde fotoğraf çektirmesinden kaynaklı soruşturulmamış, yaptığı çevre
düzeni planı, ulaşım ana planı ve her ay meclisten geçirdiği 200’ü aşkın plan
değişiklikleri ile bilimsel planlama ve şehircilik ilkelerini ihlal ederek
Ankara’nın geleceğini ipotek altına almış bir belediye başkanıdır istifası
istenen.
Ömrümüzün yarısı onun Ankara’da
eksilttiklerine karşı mücadele etmekle geçti. Gençliğimiz kentin sokaklarında
örselendi. Hafızlarımız sıfırlanmaya çalışıldı. Çocuklarımızın yaratıcılık
hakkı engellendi. Cumhuriyetin başkenti ve değerleri her gün eksiltildi,
yıkıldı… AKP’nin yerel politikalarının iflasının cisimleştiği belediye
başkanları giderken, AKP’nin sütten çıkmış ak kaşık olmadığı ortada. Şimdi
bütün bunların hesabını vermeden istifa edip kurtulacaklar mı?
Elbette
hayır. Karşımızda bir kent suçundan ötesi var. Devleti, rejimi, toplumu temsil
eden başkente karşı suç işlenmiştir. Geleceğimize karşı suç işlenmiştir.
Ankara’nın değerleri, ömrümüz törpülenmiştir. Mimarlar Odası Ankara Şubesi
olarak açılmış 600’ü aşkın davamız, meslek odaları olarak açılmış binlerce
davamız ve açmaya hazırlandığımız büyük davamız, Ankara’nın ömrünün
törpülendiğinin ve bunun er geç hesabının verileceğinin delilleridir.
Ankara’nın
ömrünün törpüsü, gitti gidecek, etti edecek derken, elbet zor Ankara’dan
eksilttiklerinin bilançosunu çıkartması, ticari sır diyerek açıklamaktan imtina
ettiği Ankapark’ın ihale dosyalarının toplanması. Bu gidiş bir dönemin
bittiğinin buruk ve hesapsız hikâyesidir. Bu hikâyenin bizim açımızdan hesap
verilmeden bitmeyeceği ise aşikardır. Ankara’nın cumhuriyet ideolojisinden
aldığı güçlü başkent hikayesi bu tahribatı da onaracak gücü belki değil, mutlak
bulacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder